Web Tasarım Ankara

  

İnsan gözdür, görüştür, gerisi ettir.

İnsanın gözü neyi görüyorsa, değeri o kadardır…

Mevlana

Anılarımızda biriken can simitleri…

Algılarımız sayesinde duyularımız yüreğimize yön verebiliyor, bu sebeple duyularımız için en önemli şeyler en yakınımızdaki, bize değen şeylerdir. Dilimize, tenimize, aldığımız kokuya, görüş mesafemize dokunanlara öncelik veririz ve hafızamıza yerleştiririz. Belleğimize yerleşenleri dışarıya çıkarmak istediğimizde işler tersine dönebiliyor. Bu sefer duyularımızın tetiklediği algılar dışarıdan gelmesi muhtemel kötülüklerin ve iyiliklerin bir nevi sonar sistemiyle ulaştırabiliyor. Algının işlevselliğini çevresel koşullara binaen en uygun davranış biçimiyle kullanmak istediğimizde ise ilgili tüm bilgileri bu sefer de duyularımız vasıtasıyla ediniriz. Algılarımız duyularımızın hizmetinde olduğu kadar duyularımızın da gerektiğinde algılarımızın emrine sunabiliyoruz. Bilinçaltımıza yerleşen anıların kullanabilirliğini duyularımızın şifreleme sistemiyle kolayca bulup çıkarabiliriz. Benim duyu dağarcığımda Kokuyla ilgili anıları didiklerken kukla sandıklarımızdaki naftalin kokusunu hatırlarım ve burnumun direği özlemle sızlar, ya da Tat ve lezzetle ilgili en sevdiğim anıları didiklerken yokluk yıllarında yemeklerimizde genellikle tek çeşit yemek olurdu ve o da genellikle bulgur pilavı olurdu. Rahmetli annem bulgur pilavı kuru, kuru gitmez diyerek bir tabağın içindeki suya iki kaşık toz şeker atardı ve onu karıştırır şerbet olarak bulgur pilavının yanına koyardı. Duyularımızın kulak kısmında ise anılarıma kazınan bir korkumu hatırladım onu sizlerle paylaşayım. Her çocuk gibi bende karanlıklardan çok korkardım... Ve ne zaman elektrik kesilse, nutkuma sıkışan nefesim annemi benden önce yakalar ve bir anda koynunda bulu verirdim kendimi. Annem her zamanki sımsıcak elleriyle yanaklarımı okşar ve derdi ki...

Sarı oğlan; karanlıklardan korkuyorsun ama sabırlı olursan bunun aydınlığı da var derdi. Sonrasında aklıma kazınan o muhteşem nasihatini her elektrik kesildiğinde hatırlardım. Sarı oğlan; Korkuyorsun ama sen bu geceleri sabahın habercisi olarak görürsen, güneşe olan özlemin yüreğinde her daim baki kalır :( o zamanlar bu nasihati pek anlamazdım...

Ama şimdi anlıyorum... Rahat uyu Annem, ümidim şemse olan özlemimle hep diri kalacak...

 Yaşadıklarımızı duyu dağarcığında biriktirmeye başladığımızı hislerimizin tetiklemesiyle fark ederiz. Algılarımız sahnede işimize en çok yarayacak olan anıyı hatırlayarak hislerimizin tetiklemesiyle vücudumuza olan etkisini en etkin biçimde kullanabiliriz. Oyuncu adayının kendini, kendinde keşfetme süreci kişisel bir çalışma olduğu için duyularımızın iz bıraktığı anıları istediği her zaman şifreleme sistemiyle istediği anda bulup çıkarabileceğini bilmelidir. Uzun soluklu olması gereken bu çalışmaları yeteneğimizin kıvraklığı sayesinde önce yüreğimizde hissederiz sonra beynimize emir vererek kullanırız. Oyunculuk mesleğinin yoğun bir adanmışlık gerektirir ve bu yolda mağlubiyetlerle beslenen cesarete çok ihtiyacımız olur. Kendini kendi yanlış ve doğrularında bilmeden, üstünde anılardan kalan ölü toprağını atmadan, duyularını tetikleyen algılarını açık tutup her daim kullanılır kılmadan oyunculuk mesleğine soyunmamamız gerekir.

Sahneye çıkmamış ama senden iyi oyuncu olur diye pohpohlanan amatör bir yürek rol yapmanın çok kolay olduğunu düşünebilir. Çünkü o ünlü sanatçıları izleyerek onların seslerini mimiklerini taklit ederek ya da doğada duyduğu merakla kuş seslerini, yağmur seslerini taklit ederken çevresinin senden çok iyi oyuncu olur gazını almıştır. Artık o saatten sonra o kişi için Tiyatro Rol eşittir Taklit olarak kafasına kazınmıştır. Eric Morris ‘Rol yapmayın lütfen’ kitabında rol yapma işçiliğinin altı ay gibi çalışma sistemiyle taklitle öğretilebileceğini yazmaktadır. Tiyatro için taklit elbette önemlidir ama Önemli olan oyuncunun sahnedeki performansı içerisinde ki hakikatle karşılaşma anı yani ‘olma’ anıdır.

Bu olma anını anlamamız için limon ağacının yetişme sürecini örnek olarak vermek istiyorum. Narenciye yetiştiricileri turfanda sezonunda daha fazla para kazanmak için limonun dalında sararmasına izin vermeden yeşilken toplarlar. Kasalara doldurulan Yeşil limonlar buzhaneye götürülür ve üzerlerine sıkılan özel ilaçlarla kısa zaman içerisinde sarartırlar olmuş limon diyerek erkenden ve piyasaya sürerler. Market ve manav vitrinlerinde o sarı limonları alıp evine getiren tüketici kesip sıktıkları anda suyunun fazla çıkmadığını görürler. Rengi sarartılmış olsa da dalından erken kopartıldığı için fazlaca su vermez.

Ama dalında bırakılan yeşil limonlar güneşin yakıcılığında kendiliğinden sararır ve bir süre sonra olgunlaşma süreci bittiğinde dalından düşecek hale gelir. 

İşte taklitle yola çıkan kişilerin çevresinden gelen pohpohlamalarla onları sanatçı sıfatına layık görüp sen iyi oyuncusun diyerek olmadan olmuş hale getirip ilaçla sarartılan bir limon haline getirirler. O saatten sonra kendini dev aynasında gören oyuncu adayı yapmış olduğu taklitlerin ölçüsünde sahnede bir süre idare eder ama sonra…

Oyuncu adaylarının sahnede bir şeyi taklit etmesi rol yaptığı anlamına gelmez. Rol yapmak için yola çıkan kişi taklidin dış kalıbıyla ilgilenir. İç kalıbındaki karaktere dönüşmek, kendi aleminde kulaç atarak okyanusları geçmeye benzer. Her kulaçta o koca, koca dalgaları aşmak zor ötesidir. Zoru başarmak isteyenler limonun ağacındaki olgunlaşma sürecine bakıp sahnenin adabına uymaları gerekir. Öncelikle okuldan ya da iyi bir ustadan uzun soluklu bir eğitim sonrasında eğitimleri devam ederken yaşamdan tırtıkladığı gerçek anılarını hafızasında didikleyerek çıkarmaya başlar ve onları kendi vücudunda tekrardan gerçek kılar. Oyuncular ustalık makamında deneyimlerle kaç yaşına gelirse gelsin sahneye çıktığı zaman anılarında birikenlerin can simidine sarılır ve gerçek olana onlar sayesinde hakkıyla ulaşır.

 

 

 

 

 
Yorumlar


Hiç Yorum Yapılmamış. İlk yorumu siz yapın...