Web Tasarım Ankara

 Yıllar sonra tiyatro turnesiyle Adana'dayım...

Bu şehirle ilgili acı tatlı Anılarım canlandı ve bugün zihnimi didikleyeceğim ve anılarımı vaktim yettiğince kaleme dökeceğim...

Tiyatrocu bir ailenin çocuğu olmak erken büyümek demektir...

Atalarımız Çok okuyan değil, çok gezen bilir, demişler doğru söylemişler...

Belki Çok okuyamadım ama hayatın zorluklarını tiyatro turnelerinde Anadoluyu karış karış gezerek öğrendim...

Mesela yoksul olduğumuzu ilk öğrendiğim yer Adana'dır...

Yıl 1975 Adana Karşıyaka mezarlığının hemen arkasında o zamanın adıyla Anadolu mahallesinde tuğladan bozma, tahtadan devşirme, gecekonduya çelme takan bir evde yaşıyorduk...

Sözüm ona iki katlı ama hepi topu iki odacık... Üst katta bir oda var ama önündeki tahta sofaya, beyaz çarşaflar örtünce yazlık oda gibi kullanılıyordu..

Gecekondu kelimesine nazire yaparcasına tahtalardan bozma evlerde, teni kara ama yürekleri bembeyaz insanları içinde barındırıyordu bu odalar...

Çaput bezlerle kapanmış sofalarda mahalle kadınlarının her gün bir komşuda toplanıp salça için domates, tarhana için peynir, biber dolmalık için çuvallarca patlıcanı getirirler ve hep birlikte her gün bir komşunun patlıcanlarının içini teker, teker oyup ipe dizerlerdi...

Rahmetli annem;

Haftalar önce imece usulu evimizin sofasına dizilmiş olan patlıcanları gösterip bak sarı oğlan, biz insanlar bu patlıcanlar gibiyiz hepimizin içi boş.

İçimizin dolmasını istiyorsak güneşe dayanabilmeyi öğrenmeliyiz...

Neden boşuz diye sorgulama; Çünkü Allah bizleri dolu olarak dünyaya getirseydi hayatımız dahil hiç bir şeyin değeri ve anlamı kalmazdı...

Allah; Aşkına nail olabilmemiz için yüreğimizi tıpkı bu patlıcanlar gibi ateşte kurutuyor...Ama bak bazıları ateşe dayanamayıp erken pes ediyor.

Annem, İpte çürümüş olan patlıcanları koparıp bana gösterdi ve bak işte bunlar güneşe dayanamayıp içini böyle nemle ya da kurtla böcekle doldurdu ve çürüdü...

Sarı oğlan sende bu patlıcanlar gibi çürümek istemiyorsan dertlere ve sıkıntılara karşı dimdik ayakta durmalısın, içini daima temiz ve boş tutabilmeli sin...

Lakin unutma;

İçindeki boşluğu neyle ve nasıl doldurduğuna dikkat etmelisin...

İçimdeki boşlukla mücadele etmeyi öğreniyorum nasıl mı?

İçimdeki boşluğun dolmasını uzun süre bekledim ama hep bir şeyler eksik kaldı dolduramadı... Bir yudum Mutluluk adına maddiyatla hayatıma girmesine izin verdiği dostlar, elbiseler, arabalar ve güzelliği hoş mekanlar…

Bitmedi tükenmedi içimdeki umman kadar boşluk...

Boşluğu doldurmak için Karıncalar gibi çalıştım ne için? bir tutam huzur için...

O boşluğu dolduracak birileri olmalıydı ve onların gelebilmesi için sevgiyi sebil gibi dağıttım, geldiler hemde ardı arkası gözükmeyen hayranlıkla geldiler ama yine dolmadı...

Sevgim yetmez diyerek sevgime sevgimi dayanak yapıyorum,

Sırf sevgim ak olsun, yürekler pak olsun diye içimdeki boşluğu sevgiyle doldurmaya çalışıyordum...

Öylesine sevmeliydim ki sevgim sevgime bakıp gölgesinde huzur bulsun...

Sevilmek için sevmeyi yüreğime öğretmeliydim...

Öğrendim...

Ama öğreten tarafım boynu bükük ve eksik kaldı...

Boşluk dolacağına daha da boşalmaya başladı...

İçimdeki sevgiye kılıf uyduranların sevgisi fıs çıkmaya başladı...

Boşluğu dolduracağına inandığım ne kadar sevgi varsa yalanmış, ve dün var bugün yokmuş meğerse... Ben bit yudum sevgi için uğraşırken unutuvermiş im içimdeki dehlizi...Ben sevgi diye peşinden koştuğum ne varsa acıymış... Ve ben meğerse acılarımı acılarla kapatmayı öğrenmişim...

Ben sevgiyle uğraşırken içimdeki sevgiye ihanet etmişim...

Parmağımdaki bir kesiğin acısını unutmak için başka bir sevginin canımı yakmasına izin veriyormuşum...

Halbuki rahmetli annem oğlum her şeyin başı sevgi, sevmeyi öğren demişti...

Bende onu dinledim sevmeyi öğrendim, ya da öğrendiğimi öğrendim, bilemiyorum...

Ama bana yol gösterenler çok sevmekle istemekle sevmeyi öğreneceğimi söylemişlerdi...

Bu sayede çok sevileceğimi sanıyordum...

Bunun için miydi yakarışlarım...

İçimdeki boşluğu dolduracak bir sevgiyi beklemekle çabalamakla geçti ömrüm...

Tasvirden yoksun yalancı sevgilere yataklık etmek için mi sevdim...

Beklenen beklendiğini beklediği için mi dolmuyor bu boşluk...

Dolmuyor işte...

 

Ne hasta bekler sabahı,

Ne taze ölüyü mezar.

Ne de şeytan, bir günahı,

Seni beklediğim kadar.

 

Geçti istemem gelmeni,

Yokluğunda buldum seni;

Bırak vehmimde gölgeni

Gelme, artık neye yarar? N.F.K

 

Beklediğimi beklemekle dolacak sandım dolmadı...

Boşu boşla doldurmaya çalıştığımı anladığımda boşluklar dolmaya başladı...

Bana sevgiyi bağışlayanın sevgisini hissettiğimde karanlık dehlizlerim aydınlanmaya başladı... Birilerin beklerken beklendiğimi hissettiren en büyük aşkımı fark ettim...

Boşlukların onun sevgisini hissetmek ve sevgisine nail olacağını hissetmekle dolacağını gördüm...

Boşluğun kıymetine nail olmamızı sağlayan Yüce Rabb’imiz buyuruyor ki:

 “Allah’tan başka dostlar edinenlerin durumu kendisine yuva yapan örümceğin misali gibidir. Halbuki eğer bilseler evlerin en çürüğü, en dayanıksızı örümcek yuvasıdır.” (Ankebût: 45

 Evet şükürler olsun ki Adana, bana cebimizin yoksul, yüreğimizin ne kadar zengin olduğunu öğretmişti..

 
Yorumlar


Hiç Yorum Yapılmamış. İlk yorumu siz yapın...