Web Tasarım Ankara

 Beni eskilere götüren,

ANI DAĞARCIĞIM DAN KÜÇÜK BİR BUKLE…

Rahmetli annemin sahneye olan bağlılığı, kaptan amcanın alkole olan bağlılığında geçen uzun ve soluksuz tiyatro turneleri. Ve her defasında yakayı son anda düzeltmeyi başarabilen tiyatro grubu. Açlıkla tokluk arasında ince çizgide yürümeye çalışılan bir yaşamdan hafızamda kalan ''küçük bir anımı'' sizlerle paylaşıyorum…

Yıl 1974 İzmir…

Gecenin bir yarısı yakamoz serenadıyla deniz kenarına çekilmiş koltukları beyaz deriyle kaplanmış 62 model kırmızı Chevrolet.

Krom kaplamalı kolunu çevirmemin yasak olduğu ve Gecenin tüm karanlığını semirmeyi alışkanlık haline getiren ışık canavarı o büyük pencere. İzmir’in kokusunu içime çekmeme izin vermeyen ve krom kaplamalı pencere kolunun dokunulmazlığını ısrarla savunan ve her defasında sinirli bakışlarıyla ısıran pencere gardiyanım annem…

İzmir’in deniz çapkını kokusunu içime çekip saçlarımı rüzgara savurmam için yapılmış olan ama açılmasına izin verilmeyen pencereye burnumun ve dudaklarımın izlerini bırakıp İzmir'e göz kırpan neon ışıklarını yüreğimde misafir ediyordum...

Kordon boyunda martılar penceremin hizasında gelin gibi süzülürken mola verilen rıhtım kenarında elleri koltuk altlarında birleştirmiş, gardiyanına sitem yaparak İzmir'e küsüp kendini arabaya kitleyen ve aşağı inmeyen inatçı mı inatçı bendeniz sarı oğlan...

Tavşan kanı çaylarını satmak için avazı çıktığı kadar bağıran adamın cırtlak sesini duyup arka pencerenin sotesine yatıp acaba banada çay gelir mi diye beklerken durun bir dakika bu sarı oğlanı neşelendirelim diyerek hangar genişliğindeki kapıyı açan rıfat amca...

Ön torpidodaki çantasından çıkardığı kalın kaplı kitabın yaprakları arasında gizlenen adını sonradan öğrendiğim plan denilen yuvarlak siyah bir şeyi canavar ağzı misali her şeyi içine çekip yutan pikaba yerleştirip bu senin neşeni getirir sarı oğlan diyerek uzaklaşıp giden ayak sesleri...

Arabanın arka penceresinde başını sürekli aşağı yukarı sallayan kahverengi damalı oyuncak köpeği yerinden oynatan hareketli bir müzik ve hemen ardından tok ve babacan sesiyle ''Nerde boynu bükük bir garip görsen, Hor görme kim bilir ne derdi vardır'' diyen bir adam...

Karanlık gecenin sessizliğini bozan bu şarkı sayesinde içimdeki hüzün şemsiyesi açılmadan gözlerimden süzülen duygu seli...

Annemin sessizce yanıma yanaklarımı silerken neden ağlıyormuş derken kendime gelip annemin kuş tüyü yastık gibi göğsüne yaslayarak ağladığımda rıfat abinin gelip pikabı kapatmasıyla hıçkırıklar...

İzmir'i ve o rıhtım kenarını hafızama kazıyan şarkı kesildiğinde içimdeki boşlukta Annemin beyaz gömleğine akıttığım gözyaşları... Sonrasındaki derin sessizlikte annemin kulağına usulca sokulup tekrar çalmasını istediğim o şarkı...

Kaptan amcanın elindeki gazoz şişesine koyduğu kulüp rakısıyla arabaya yaklaşıp hadi gel aşağı sarı oğlan paşa çayın geldi sözleri...Aslan oğlumun çayı gelmiş diyerek beni aşağı indirdiğinde

Benimde senin gibi Allah'ım vardı diyerek yüreğime huzur veren dizeler...

Not:

O dönemde Bach,Couperin,Chopin dinlettiler de biz mi dinlemedik…

Bu gün arabesk diye aşağılanan bu parçalar çocukluğumun duygusal anlarını bugün bile ortaya çıkaran benim için parayla pulla ölçülemeyecek değerdedir...

 
Yorumlar


Hiç Yorum Yapılmamış. İlk yorumu siz yapın...