Web Tasarım Ankara

 

 Anadolu’da turne tiyatrosunda geçen yaşamım, oradan, oraya göçebe kuşlar misali geçti...Her çeşit iklimde değişik renkte çiçekler tanıdım..Onlar bana kokularını verdiler, ve ben o kokularla büyüdüm...Hayata bakışım, Anadolu’da otel odalarında yada bir kahvehanede bir yudum insan sohbetleriyle geçti...Hatasıyla sevabıyla unutmamak adına sizlerle paylaşıyorum….
Yıl 1975 Siirt’ in bir ilçesinde gecenin ayazında patlayan lastiğimiz ve kuş uçmaz kervan geçmez yolda sabaha kadar bir arabanın geçmesini bekleyen iki aile....Üşümemek için paylaşılan tiyatromuzun kalın kırmızı kadife perdeleri...Sabaha kadar geçen soğuk saatlerde o minicik arabanın içinde nefeslerden çıkan buharın sıcaklığı...

Yolun bembeyaz çizgilerinin karanlıkta kaybolduğu yolda elinde kocaman uzun sopasıyla ve arkasında canavar maskesi takmış kocaman köpekleriyle arabamıza yaklaşan korkunç bir karartı…

Şoförün aşağı inip yardım istemesiyle bizleri Evine davet eden konuşmasını anlayamadığım üstü ve evi tezek kokan sonradan Kürt olduğunu öğrendiğim hasan amca....

O gün bizi yalnız yaşadığı evine davet eden hasan amcanın kenarları sararmış yorganıyla geçen eğlenceli gece... O gün yokluğu, yalnızlığı ve açlığı iliğinde hisseden hasan amcanın bize uzattığı tandırda yapılmış tadı az ekşi olan bayat kahverengi ekmeğin tadını Hala unutamam…

 O zamanlar ailem turne tiyatrosunda sefaleti oynarken üç kuruş kazanabilmek için oradan, oraya sürüklenirken bizleri hasan amcayla buluşturan yokluğun cirit attığı bu fakirhanedeki o kahverengi ekmekti… Sabah ezanıyla uyanan gözlerimiz dışarıdaki kırmızı ama parlak tepelerde dolaşan hasan amcanın yalnızlığını paylaştığı kocaman kafalı köpeklerin hadi kalkın gidin dercesine havlaması…

Evin çiçek desenli eski minderlerinde bağdaş kurup otururken önümüze konan kenarları çay iziyle sararmış minik bardaklarla uzatılan paşa çayları ve yine o kahverengi ekmekler…

İlçeden tamir edilip getirilen stepne ile çalışan arabamız homurtuyla hareket ederken geride bıraktığımız hasan amcanın nasırlı elleri ve güneşin ateşiyle pişirdiği kahverengi ekmekler… Bizler memleketimiz olan taşı toprağı altın İstanbul’a döndüğümüzde en güzel okullarda okuduk büyüdük, serpildik, geliştik Orta şekerlide olsa halimiz vaktimiz yerinde maşallah...

 Peki ya hasan amca… O memleketini terk etmeyip o kahverengi ekmekle çocuklarını büyüttü sonrada yalnızlık pahasına da olsa çocuklarını taşı toprağı altın İstanbul’ a gönderdi...

  Ama çocukları bizim gibi şanslı değildi okuyamadı ve hayatta kalmak için çalıştı, çalıştı yetmedi seyyar satıcı oldu, ya da bir inşaatta işçisi… Alnının terleriyle ekmeklerini kazandılar ama O kadar...

 Şimdi o Siirt’ de adını bile hatırlayamadığım yolun kenarına sıkışmış olan o köydeki hasan amca hayatta olsa ve bugün ziyaret etmiş olsak eminim o ekşi kahverengi ekmeğini yine bizlerle paylaşacaktır…

 Ama bizi görünce eminim bir adım geriye kaçacaktır, Çünkü toprak kokan elbiseleri onu utandıracaktır…

Çünkü bizler değiştik, ekâbir takımı olduk…

Yüksek, yüksek binalarda yaşayan şık kıyafetler giyen şehirli beyler olduk… Ama o ve onun gibi toprakta güneşle kavrulan hasan amcalar değişmedi o yine çamur çatılı evlerinde hayatlarını devam ettiriyor… Bugün hasan amcayla aramızda uçurum var, ne o bize yaklaşır, nede biz onun o çamur çatılı evine…

Çünkü bizler büyüdük! Ve O masadaki kahverengi ekmeğe artık muhtaç değiliz… Bizleri o gün aynı masada birleştiren açlıktı sefaletti ve dostluktu... Biz iki farklı kuştuk ama bizi birleştiren o kahverengi ekmekti. En sahici dostluklar ortak varlıklar üzerine değil, ortak yoksunluklar üzerine kurulanlardır.

 Aynı şekilde zengin, aynı şekilde mesut olanların ortak paydaları sabun köpüğü gibidir, uçar. Ortak acı, ortak hüzün, ortak pürüzdür esas yakınlaştıran, yaklaştıran..."

İki farklı kuş ( Mesnevi )

“Bir gün, bir bilge, kendi türleriyle uçmayı reddeden iki ayrı cins kuşa rastlar, yol kenarında.
Hayli merak eder bu iki farklı yaratığın nasıl olup da kendi aileleriyle,
ait oldukları yerlerde yasamak istemediklerini, nasıl olup da bir
yabancıyı kendi kardeşlerine yeğlediklerini.
Biri karga, biri leylek...
O kadar farklıdır ki kuşlar, ihtimal veremez birbirlerini sevdiklerine,
türdeşleriyle değil de birbirleriyle uçmayı yeğlediklerine.
Öyle ya, karga dediğin kargalarla uçmalıdır, leylek dediğinse leyleklerle.
Yaklaşır ve merakla inceler kuşları. Ta ki her ikisinin de topal olduğunu
keşfedinceye kadar.
O zaman anlar ki, birlikte kaçar, birlikte uçar, beraber yaşamaları
beklenenlerin yanında tutunamayanlar.
O zaman anlar ki, sahip oldukları değil, sahip olmadıklarıdır kimilerini
birbirlerine yakin kılan.
Topal kuşlar birbirlerinin 'arızalarını bilir ve sömürmek ya da örtmek
yerine kabullenirler öylesine.

 
Yorumlar


Hiç Yorum Yapılmamış. İlk yorumu siz yapın...