Web Tasarım Ankara

 

AĞUSTOS AKŞAMI…

17 ağustos akşamı saat üç gibi televizyon karşısında her zamanki gibi uyuya kalmışken ne olduğunu anlayamadan kendimi bir anda yerde buluvermiştim… Çekyattan düşmüştüm ve böylesine komik bir durum uzun zamandır başıma gelmemişti ve yerde toparlanma çalışırken bir kahkaha atıvermiştim…

Yerde sırtımı çekyata yaslamış halime gülerken durdum ve yaslandığım çekyat olduğu yerde durmuyordu! sanki çekyat olduğu yerde dans ediyordu, bir dakika sanırım başım dönüyordu… Uzun zamandır tiyatroda yoğun tempoyla çalıştığım için bu durum kaçınılmazdı, toparlanmaya çalışırken Aman Allah’ım tavandaki avize beşik gibi sallanıyordu yoksa! depremmi oluyordu? 

Hemen ayağa kalktım ama ayakta duramıyordum midem bulanıyordu, başım dönüyordu ve ev sağa ve sola sallanarak mideme eşlik ediyordu… Adım atmaya çalışırken aklıma odasında uyumakta olan kızım geldi duvarlara tutunarak gitmeye çalışırken elektrikler bir anda kesiliverdi ve apartman sakinleri çığlık çığlığa deprem oluyor kaçın diyerek bağrışıyorlardı…

17 Ağustos depremi tüm çıplaklığıyla gazete manşetlerine düşmüştü… Ülke kan ağlıyordu ve hiç kimse deprem yerinden haber alamıyordu… Televizyonlar deprem bölgesine gidemiyordu yollar parçalanmış ya da ailesine yardım etmek için yollara düşen insanlar karayolunu kilitlemişti… Ülkemiz ilk defa büyük bir faciayla ilk defa bu kadar aciz duruma düşmüştü vatandaşına yardım edemiyordu…

 

Ankara Büyükşehir belediyesi tüm imkanlarıyla ve personeliyle depremin olduğu akşamın hemen sonrası önce Düzce’ye sonra Adapazarı’nın imdadına kendi imkanlarıyla yetişmişti…

Ben de büyükşehirde çalışıyordum ve gönüllü gidenler gibi bende bir şeyler yapmalıydım…

Her gün televizyonda deprem bölgesinden canlı yayınlar yapılıyordu ve insanlar kendi imkanlarıyla göçüklerin altında kalan yakınlarını kurtarmaya çalışıyordu… Sonra bir şey fark ettim hemen herkes can derdindeydi kimse arka planda çocukları görmüyordu… Göçüklerin kenarlarında korkunun daniskası gözlerine yerleşmiş çocuklar öylece oturuyordu…Sanki ona annesi sen burada otur kıpırdama ben babanı göçük altından kurtarıp geleceğim demişti ve o çocuk gelmeyecek olan annesini ve babasını bekliyordu… 

Evet işte bulmuştum! benim asıl vazifem o çocukların yüreğine dokunabilmekti…

Hemen tiyatronun üst amirlerine ulaşmıştım ve bende tiyatro olarak deprem yerine gitmek istiyorum dediğimde teklifimi geri çevirmişlerdi…

Diyorlardı ki insanlar can derdinde sen eğlence derdindesin. Belki haklıydılar ama birileri o çocuklara yardım etmeliydi… Kızılay da psikologların oluşturduğu derneğin kapısını çalmış onlardan bu teklifime destek olmalarını istemiştim. Ve hiç beklemediğim kadar yapmam gereken bir iş olduğunu söylediler… O çocukların travmasını kırmak ve hayata geri dönmelerini sağlamamız gerekiyordu ve bunun için kuklalarım ve palyaço kıyafetim yeterliydi… 

Onların önerilerini alarak direk belediye başkanımızın makamını telefonla aradım ve başkanımıza teklifimi anlattım ve psikologların bu çalışmama destek olduklarını söylemiştim…Sayın başkanın sözlerimi dinledikten sonra Tahir git ama bir olumsuz bir şey olursa hemen geri çekil demişti… Evet sayın başkan önerime destek olmuştu…

Tiyatrodaki oyuncu arkadaşlarıma bu öneriyi sunduğumda hemen hepsi gönüllü olarak gelmek istiyordu… Ekibi ayarlamıştım ve tiyatronun kukla otobüsüyle gidecektik ama giderken elimiz boş gitmemeliydik hemen tanıdığımız esnafa yardım etmesini istemiştikki bir anda otobüsün yarısından fazlası yardım malzemeleriyle dolmuştu…Ulus esnafı yardım etmek için yarışıyordu ve 28 ağustos sabahı yola çıkarken bir esnaf otobüsün önünü kesmiş ve bunu da götürün diyerek bir torba çorap getirmişti.. 

Depreminin üzerinden on iki gün geçmiş olsa da zararın neresinden dönersin kardır diyerek yola çıkmıştık…Belediyemizin kukla otobüsü eski modeldi ama yardıma gideceğimizi hissetmiş gibi son model otobüslere nazire yaparcasına çocukların dünyasına umut ışığını aşılamak için son sürat gidiyordu…

Adapazarı’na girdiğimiz ana cadde üzerinde resmi otobüs olduğumuzu gören depremzedeler yardım almak için durmadan önümüzü kesiyordu… Valiliğin önüne park ettiğimizde gerçek tüm çıplaklığıyla karşımızdaydı evler boynunu bükmüş ve yana yatarak birbirlerine yaslanmıştı ve çoğu pes etmiş yıkılıvermişti…

Vali beyden moral gösterileri yapabilmek için geldiğimizi söylemek için onay almalıydık ama ne mümkün binanın önünde depremzedeler miting alanına çevirmişler dertlerine derman arıyorlardı… Beklemekle vakit kaybedemezdik yönetici olarak bir karar vermeliydim ya izin için günlerce bekleyecektim ya da hemen şehre derman olacaktım… 

 

Kararımı verdim o an itibariyle otobüs hareket etti ve yıkık bir binanın önünde duruvermişti otobüsün içinde kostümlerimizi giyivermiştik ve otobüsün portatif sahnesi anında kuruluvermişti… daha önceleri bu sahneyi kurmak oyuncularıma zor geliyordu ama bu sefer ne sahne kurulması ne de gösteri sayısının bir önemi yoktu… Sahneye çıkmıştım elimdeki kukla bızdık konuşmaya başladığında yıkıntılar arasından ürkek ve hüzünlü çocuksu bakışlar kuklanın bedeninde buluşuveriyordu sahnenin önü gülümseyen çocuklarla doluşuvermişti… Evet çocuklar gülüyordu ve yıkık binalardan eşyalarını kurtarmaya çalışan aileleri çocuklarının gülümsemesine gülüyordu...Adapazarı, gölcük, Yalova da hemen her gün en az otuz gösteri yapıyorduk ve oyuncularımda yorgunluk belirtisi dahi yoktu… 

 

Yine bir gün Kızılay tarafından Adapazarı şehir stadyumunda kurulan çadır kentte gösteri yapmak için otobüsümüzü yanaştırdık… Fakat o gün sanki gök delinmişti ve yağmur yanan yürekleri ve toprağı soğutmak için çadırların üzerine yapıyordu… Otobüsün sahnesini açıp çocukları sahne önüne toplamamız mümkün değildi… Onlar gelemiyorsa biz çocukların yanına gidebilirdik… Öğrencim Halit ekerle palyaço kıyafetlerimizin ceplerine doldurduğumuz çukulataları tebessümle dağıtmak için çadırları dolaşıyorduk.. Her çadıra girip merhaba biz geldiiik diyerek palyaço ve kuklalarla küçük gösteriler ve şirinlikler yapıyorduk… 

Çadır kentin uç kısmında dışarıda yağan yağmura rağmen bize el sallıyor ısrarla bizi çağırıyordu… Yağmurda ıslanan yaşlı teyzeye el sallayarak tamam geliyoruz işareti yapınca kadıncağız sessizce çadırına girivermişti... Bizde yağmurdan ıslanan palyaço elbisemizin ceplerindeki ıslanmış çukulataları avucumuza aldık ve yerdeki çamura rağmen o koca papuçlarımıza çamurlara gire çıka çadıra koştuk…

Çadırın kapısına geldiğimizde kuliste sahneye çıkmayı bekleyen oyuncu misali ıslak elbiselerimizi düzenledik. Onca yorgunluğumuza rağmen içerdeki çocuklara şirin görünmek için kocaman gülücüklerimizi suratımıza taktık elimizde ki çukulatalarla ta,ta taa diyerek çadıra girdik…

Yüzlerimizdeki tebessüm kaskatı kesilmişti... Çadırın içinde bizi ayakta bekleyen yetmiş yaşlarında gözleri yaşlılık rüzgarına yakalanmış olan ı yaşlı teyze ve kucağında sakladığı minik bir bebek ve elbisesinin kollarından sular damlayan nenesinin bacaklarına sarılmış olan minik bir kız çocuğu… 

Yaşlı kadın yüzümüzdeki gülümsemeyi hatırlatır aşina hadi Palyaço amcaları eğlendiriverin bebelerimi diyerek bacağına sarılmış olan çocuğu ve kucağındaki bebeği gösteriyordu: bak bunların anne babası öldü, canları çok sıkılıyor burada hadi biraz güldürün onları...

Yüzümüzde eriyen palyaço makyajı elimizde çukulatalar dilimizde kocaman bir pranga öylece kalakalmıştık…

Gelde güldür bu masumları...

Rabbim o masum sabilerin acılarını hiç bir çocuğumuza yaşatmasın…

Rabbim o yıkıcı günlerin yıkıntıları arasında ayakta kalmaya çalışan çocuklarımızın molozlar arasına sıkışan yalnızlıklarını ve acılarını yavrularımıza bir daha asla yaşatmasın…

Sizlere geçmişte kaldığı için bu anlattıklarım hikaye tadında gelecek ama kara günlerde yaşanan çok sayıda acılar Depremden sağ kurtulan kardeşlerimizin yüreklerinde bu acılar her daim taptaze durmaktadır. Deprem sonrası yıkıntılar arasında hayatta kalanlara bir umutla seslenen yardımseverlerin ‘’orada kimse varmı’’ hafızalarımıza kazınmıştır.

Deprem sonrası yaşadıklarımı hatalarıyla sevaplarıyla sizlere aktarmaya çalışacağım. O acılı günlerde öğrencilerimle birlikte Sakarya’dan Yalova’ya kadar molozlar arasında arasına sıkışan minik yüreklere sanatsal dokunuşlarla moral vermeye çalışıyorduk.

 
Yorumlar


Hiç Yorum Yapılmamış. İlk yorumu siz yapın...