Web Tasarım Ankara

Ciğer satan kadı... MEDDAH HİKAYESİ

Meddah: Huzuru hazirun, cemiyeti irfan, lâindir, münafıktır, dinsizdir, kâfirdir şeytan, şeytanın lâinliğine münafıklığına, dinsizliğine, Rahmanın Birliğine Eyvallah. Hak dostum hak diyerek bir başlayalım söze; ‘’Aklı olan anlar bunu, bu dünya bir misafirhanedir. Sonsuz sefa yeri cennete gitmek için gayret etmeyen, akılsız bir divanedir.’’ İşte bu güzel mısraların sahibi büyük alim Aziz Mahmud Hüdayi 1541 yılında Ankara’nın Şereflikoçhisar ilçesinde Dünya’ya gelmiştir. Babası Fadlullah Bin Mahmud’dur. Aziz Mahmud Hüdayi’nin çocukluğu Sivrihisar’da geçer. İlk tahsilini burada alan Mahmud, ilmini ilerletmek için İstanbul’a gider. Küçük Ayasofya Medresesi’nde tahsiline devam eder. Çok zeki bir öğrenci olan Mahmud, bir okuduğunu ikinci kez okumadan hafızasına adeta nakşeder. Hocalarından Nazırzade Ramazan Efendi ona ayrı bir değer verir. Bu büyük alim genç yaşta tefsir, fıkıh, hadis ve fen ilimlerinde kendini çok iyi yetiştirmiştir. Hocası Nazırzade Ramazan Efendi bu sebeple onu kendisine yardımcı olarak alır. Aziz Mahmud Hüdayi bir taraftan hocasına yardım ediyor, bir taraftan da tasavvufta ilerliyordur. Hocası Nazırzade’nin Edirne’de bulunan Sultan Selim Medresesi’ne tayini çıkar. O da hocası ile birlikte Edirne’ye gider. Daha sonra hocası ile beraber Şam ve Mısır’a da gider ve bir müddet burada durduktan sonra Bursa’ya tekrar gelirler. Bursa’da belli bir zaman sonra hocası vefat eder. Aziz Mahmud Hüdayi daha sonra Bursa Kadılığı’na getirilir. Bursa Kadılığı yaparken ilginç bir dava ile karşılaşır. Bir kadın eşinden boşanmak istiyordur. Davanın konusu çok ilginçtir. Her yıl hacca niyetlenen fakir adam, gidecek parası olmadığı için bir türlü bu arzusuna kavuşamıyordur… Artık üzüntüsünden ne yapacağını şaşırmıştır. O yıl, ne edip, ne etmeyip mutlaka gideceğim diye ahd etmiştir… Hatta bu haline acıyan ve her yıl da ”bu sevdadan vazgeç bey “diyen hanımına : “Bak hatun Eğer bu sene de hacca gidemezsem seni üç talakla boşadım.” deyiverir… Günler geçer. Hac için hazırlananlar yola çıkar ve Kurban bayramı yaklaşır. Fakiri alır bir düşünce... Hem hacca gidememenin üzüntüsü, hem de hanımının üç talakla boş olacağı için çaresizlik içinde kıvranmaya başlar… Çaresiz kaldığı bu günlerde, son bir ümit diyerek gidip derdini büyük velî Muhammed Üftâde hazretlerine arz etmek için yanına çıkar ve niyetini durumunu, vaziyetini bir, bir anlatır. Üftâde hazretleri onu dinledikten sonra; “Bizim Eskici Mehmed Dede’ye git, selâmımızı söyle. O seni hacca götürüp derdine dermân olur.” Diye buyurur. Fakir sevinerek Üftâde hazretlerinin huzurundan ayrılıp Mehmed Dede’nin dükkanına koşar. Mehmed Dede’ye, hocasının selâmını söyleyip, derdini anlatır. Mehmed Dede; “Ey Fakir! Gözlerini kapa. Aç demeden sakın açma!” dedi. Fakir gözlerini açtığında, kendini Mehmed Dede ile birlikte Mekke-i mükerremede buluverir. Mehmed Dede, Allahü teâlânın izniyle, keramet olarak fakiri bir anda Hicâz’a götürmüştür. O gün arefe imiş. Hacılar Arafat’a çıkmışlar, vakfeye dururlarken. Fakir Eskici Mehmed Dede ile birlikte ihram giyip Arafat’a çıkıp onlarla birlikte vakfeye durmuşlardır. Ertesi günü Kâbe-i muazzamayı tavâf ettikten sonra Hac ibadetini tamamlayıp, ziyaret edilecek yerleri gezerken Bursalı hacıları karşılaşmışlar. Onlar Eskici Mehmed Dede’yi ve fakiri görünce tabiki çok sevinmişler. Fakir bazı hediyeler almış ama bir kısmını taşımakta zorlanınca getirmeleri için Bursalı hacı arkadaşlarına hediyeleri emanet eder. Vedalaşarak yanlarından ayrılmışlar. Yine Eskici Mehmed Dedenin kerametiyle ve Allah’ın izniyle Mekke-i mükerremeden Bursa’ya gelmişlerdir. Fakir, getirdiği bazı hediyelerle eve gelince, hanımı birkaç gündür eve gelmeyen kocasını eve almak istememiş ve ‘’Sen bunca zaman nerelerdesin? Hem Sen beni boşamadın mı? Hangi yüzle bana hediye getirerek eve giriyorsun.” deyince. Fakir, “Hanım ben hacca gittim geldim. İşte bu getirdiklerimi de Mekke’den aldım.” dediyse de kadın; “Bir de yalan söylüyorsun. Üç beş gün içinde hacca gidilip gelinir mi? Seni mahkemeye vericem ve senden ayrılacağım.” Dedikten sonra Kadı Aziz Mahmûd Hüdâyî’ye giderek durumunu izah eder. Kadını dinleyen Mahmud Hüdayi, ifadesini dinlemek için kocasını da çağırtır huzuruna . Velî Muhammed Üftâde hazretlerine gittiğini ve onun yol göstermesiyle Hacca gittiğini anlatan adamcağıza, tabii kadı da inanmaz ama yinede “şahidin varmı “diye sorar ve adam Hac ziyaretinde Bursalı hacılarla görüştüğünü, hatta getirmeleri için bazı eşyalarını onlara emanet bıraktığını söyler. Kâdı Aziz Mahmûd Hüdâyî anlatılanları hayretle dinledikten sonra, mahkemeyi hacıların geleceği zamana tehir eder. Aradan günler geçer Bursalı hacılar şehre döner. Görevlilere, Hacc kafilesi henüz şehre girdiği anda kimseyle görüştürülmeden, huzuruna getirilmesini emreder. Mahkeme gününde, Şahitleri dinler: Onların Fakir adamla Hacda karşılaştıklarını ve şahit olarak fakirin emanetlerini yanlarında getirdiklerini Kadıya gösterirler… Oradakiler ve Kadı şaşkına dönmüşlerdir. Adamcağız ” “Kadı Efendi neden şaşırıyorsunuz, Şeytan, Allahü teâlânın düşmanı olduğu halde bir anda dünyanın bir ucundan bir ucuna gittiği kabul edilir de bir velinin bir anda Kâbe-i muazzama ya gitmesi niçin kabul edilmez. “ diye serzenişte bulunuverir. Bursa'nın ünlü kadısı şahitlerin sözüne ve gelen emanetler neticesinde , Fakir adamı Hac yapmış kabul ederek kadının boşanma isteğini geri çevirir... Bu davadan sonra Bursa kadısı Aziz Mahmûd Hüdâyî yüreğindeki eksik kalan noktaları tamamlamak için Üftade hazretlerine öğrenci olmak ister. Üftade hazretlerinin yanına gittiğinde Üftade haretleri ona şöyle der:” Sen mal mülk sahibisin, burası ise yokluk kapısıdır. Atın bile gelmek istemediğinden dolayı kayalara saplanmadı mı?” Sadece kendisinin bildiği bu olaydan sonra Mahmud’un gözleri yaşarır ve kendisini öğrenciliğe kabul ederse dediği her şeyi yapacağını söyler. Üftade hazretleri Aziz Mahmud Hüdayinin nefsini sınamak adına ona kadılığı bırakıp sırma kaftanıyla Bursa sokaklarında ciğer satmasını söyler. Yıllarca Bursa Sokakları’nda ciğer satan Aziz Mahmud Hüdayi aynı zamanda hocasına hizmette etmektedir. Sabahları hocasının abdest alacağı suyu ısıtan Mahmud bir sabah geç uyanır ve suyu ısıtmak içinde artık geçtir. Hocasının ayak seslerini duyan Mahmud ibriği göğsüne sıkı sıkıya yaslar. Hocası gelir ve; “Oğlum döksene suyu” der. Üftade hazretleri ibriği göğsüne yaslamış vaziyette öylece kalmıştır. Hocası “Oğlum döksene suyu” deyince Çekine çekine suyu döken Mahmud’a hocası:” Oğlum bu su odun ateşi ile değil gönül ateşiyle ısınmış, elimi yaktı. Artık senin hizmetin doldu.” der. Sivrihisar’a gelen Aziz Mahmud Hüdayi burada talebeler yetiştirir. Ama hocası Üftade’yi çok özler ve hocasının yanına geri gelir. Hocasına hizmet eden Aziz Mahmud Hüdayi’ye hocası dua eder:”Ardın sıra padişahlar yürüsün.” Bir süre sonra da hocası vefat eder. İstanbul’a gelen Hüdayi Küçük Ayasofya Medresesinde hocalık yapmaya başlar. Bir çok öğrenci yetiştirir. Bir süre sonra da Üsküdar’da kendisi dergah yaptırır ve burada hocalığa devam eder. Yüzlerce öğrenci yetiştiren Hüdayi’ye hem vatandaşlardan hem de saray erkânından bir çok kişi nasihat almak için gelir. 1628 tarihinde vefat eden Hüdayi’nin naaşı Üsküdar’da bulunan dergahının yanındadır. Sevenleri ziyaret etmektedir. Nefs ü şeytâna uyarsan, Nice olur hâlin ey gâfil? Bir gün olur kim duyarsan Nice olur hâlin ey gâfil? Fikrinden dünyâ gitmez mi? Hakk kelâmın işitmez mi? Ölenler ibret yetmez mi? Nice olur hâlin ey gâfil? Canlar ben bu hikâyeyi bir mecmua kenarında gördüm ve sizlere naklettim. Her ne kadar sürçülisan eyledimse Affola…
 
Yorumlar


Hiç Yorum Yapılmamış. İlk yorumu siz yapın...